İçindekiler;
Epistemoloji IV. Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu konusunu ele alacağız. Şüphe, felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyebileceğini en iyi gösteren felsefecinin ise Dekart olduğu genel olarak kabul edilir. Dekart’ın şüpheciliğini anlamak için onun içinde bulunduğu toplumsal ve tarihsel konumu anlamak gerekir. Dekart’ı kapsayan tarihsel dönem, Ortaçağ’dan çıkışı ve kilise örgütlenmesinin düşünce üzerine koyduğu kısıtlamaların çözülmeye başlamasını temsil eden Modern Dönem’dir.
Yaklaşık olarak 16. ve 19. yüzyıllar arasına denk gelen Modern Dönem düşünürlerinin çoğu, kendileri oldukça dindar kişiler olmakla birlikte insan aklının kavrama ve keşfetme yeteneğine büyük bir güven duyarlar. Dünyanın anlaşılmasında dinsel kabullerden ziyade matematik ve fiziği öncül olarak kabul ederler. Dekart, “Düşünceler” adlı yapıtında önemli şüpheci düşünceler sergiler. Aldığı eğitimin ve eleştirmeden benimsediği fikirlerin sonucu olarak, kişisel bilgi dünyasının güvenilirlikten oldukça uzak bir yapıda oluştuğuna ilişkin inancını açık yüreklilikle ifade eder.
Ayrıca inandığı önermeler arasında ne kadar çok yanlışın bulunduğunu görmenin kendisini düşünmeye sevk ettiğini belirtir. Dekart’ın sorgulama sistemine bir örnek olarak onun şu ilerleyişi örnek verilebilir:
Dekart’a iki önemli eleştiri getirilir. Öncelikle, eğer kafamızın içinde kötü niyetli bir varlık veya insanları sürekli aldatan güçlü bir varlık varsa bu durum, kozmik varlığın Tanrı’da değil onda olduğunu gösterir. Bu da Tanrı inancı güçlü olan Dekart için çelişkili bir düşüncedir. İkincisi ise matematiğin ve bilimin bulgularına büyük bir güven duyuyorsa, nasıl oluyor da şüphe kavramıyla birlikte anılıyor? şeklindedir. Dekart için şüphe, akıl yürütmenin yöntemidir. Bu şüphe yöntemsel şüphe olarak bilinir. Buna göre Dekart’ın fikirleri üzerine bahsedilen iki eleştiri noktası, çelişkilerin olmadığı bir durum da olabilir.
İkinci eleştiri için de denilebilir ki Dekart, matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlar. Dekart’tan sonra şüpheci eğilimleri en belirgin olan düşünür David Hume’dur. Şüpheciliğin en kökten hali, gerçekliğin bilinebilmesine ilişkin sorgulamalar içerir. Ancak bunun dışında günlük durumlarda da daha az metafizik gerektiren, olgusal düzenlilikler ya da olgusal düzenliliklerin gözlemlenmesine dayanan tümevarımsal çıkarımlar da mevcuttur. Konuyla ilgili olarak bilinmesi gereken kavramlar şu şekilde sıralanabilir:
Çıkarım, en az bir öncülden hareket edilen ve bir sonuca varılan düşünce zincirine verilen addır. Tümdengelimsel çıkarım, öncüllerden sonucun yüzde yüz kesinlikle çıktığı durumlardır. Tümdengelimde doğru öncüller bizi kesinlikle doğru olan önermelere taşır. Tümevarımsal çıkarım ise öncüllerden sonucun kesin bir şekilde çıkmadığı durumlar için kullanılır. Eğer öncüller doğruysa, bu yalnızca sonuç önermesinin doğru olma olasılığını yükseltir. Tümevarımsal bir bilgi örneği olan Olgusal düzenlilikleri bilme ise sahip olunduğu düşünülen bilginin temelinin aslında sanıldığından daha az sağlam olduğunun ortaya koyulmasıyla ilgilidir. Burada dikkate alınması gereken iki kavram vardır: Fiziksel olanaksızlık, bir durumun fiziksel olarak olanaksız olması, o olgunun yaşanılan ve anlaşılan fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesidir.
Mantıksal olanaksızlık ise evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. Şüpheciliğin rahatsız edici sonuçlarıyla ilgilenen ve çözüm üretmeye çalışan düşünürlerden biri George Edward Moore’dur. Onun önemli argümanı ‘sağduyusal argüman’dır. Sağduyusal tavır, genelde pratik ve işe yarar sonuçlar verebilen kararlar alma ya da yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilidir. Şüphecilik, sağduyu ile ciddi oranda çatışmaktadır. Ancak önemli olan ‘düşünsel sorumluluk’tur. Yani kişiye uygun bir düşünce olmadığı zaman bu düşünceyi bertaraf etmek değil, o görüşün neden zayıf olduğunu anlatma, üzerine düşme çabasıdır. Moore’un şüpheciliğe yanıtı ve karşı çıkışı da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Moore’un konuyu irdelerken yaptığı ilk şey, kesinlikle bildiğine inandığı bazı önermeleri sıralamaktır.
Moore, kanıtlama işinde birden dazla yöntem yolunun olabileceğini söyler. Gündeme getirdiği önemli konulardan biri ‘nesnelerin varlığı’ kavramının açıklamasıdır. Moore için nesneler, öznelerden bağımsız olarak fiziksel özelliklere sahiptir. Bu görüşü ile nesnenin özneden bağımsız olmadığını düşünme eğiliminde olan düşünürlerle ters düşer. Moore’a göre, biz ‘varlık’ kavramını zihinden ve özneden bağımsız şeyler için kullanırız. Moore’a göre, argümanlar çıkarımsal biçime uygun olmaları için şu adımlar ile irdelenmelidir: Öncüller iyi bilinen önermeler olmalıdır.
Sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalıdır. ve öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir. Böylece sonuç, öncüllerden kesin bir şekilde çıkabilir hale gelir. Şüpheci Tavrın Felsefi Değerine ilişkin bazı saptamalar yaparak bitirelim. Felsefi ‘tavırlar’ ile sonu –izm ile biten ‘akımlar’ arasında, önemli bir fark vardır. Öncelikle, bu farkı anlamak için şüphecilik ile şüpheci tavır arasındaki ayrım incelenmelidir. Şüphecilik, felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır. Şüpheci tavır, anlaşılması için tersi olan kavramlara değinilmesi gereken bir kavramdır.
Şüpheci tavrın zıttı olan bir kavram dogmatizmdir. Yani belli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen, tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç ya da inanç kümesidir. Ancak burada önemli olan bir nokta, dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir dereceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. Sürekli şüphe halinde olmak insanların kolayca yapabileceği bir şey değildir.
Devletsel.com ekibi olarak sizlere bu makalemizde Medeni hukuk konusunu ele aldık bu ve bunun gibi konular için sitemize burdan ulaşabilirisiniz.
Eğer bu makale hoşunuza Gitti ise Sağlık hukuku ile ilgili makalemizi okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz
Epistemoloji IV
Yorum Yaz